İbrahim Karagül, Yeni Şafak’taki son yazısında yine ezber bozan bir başlıkla karşımıza çıkıyor: “Trump’a çağrı: Gel bizi kurtar.” Yazı boyunca İsrail’in artık bir “devlet” değil, bir “haydut yapı” olduğunu ileri sürüyor ve küresel aktörlerin yeniden pozisyon alması gerektiğini söylüyor. Peki ama bu çağrı gerçekten çözüm mü vaat ediyor, yoksa daha büyük bir kaosun ön sözü mü?
Trump’la Çözüm Olur mu?
Trump döneminde hatırlayalım: Kudüs, İsrail’in başkenti olarak tanındı, ABD Büyükelçiliği taşındı ve Filistin davası uluslararası meşruiyet açısından büyük bir darbe aldı. Şimdi aynı Trump’tan “İsrail’e haddini bildirmesi” bekleniyor. Bu çelişkiyi halk nasıl açıklayacak? ABD’nin Ortadoğu politikası kişilere göre değişse de, özünde çıkar temellidir. Trump ya da Biden fark etmez; mesele hangi başkan değil, hangi vizyonla çözüm arandığıdır.
Ateşkesin Değeri
Karagül, ateşkesi küçümsüyor. “Geçici” diyor. Oysa diplomasi, bazen en küçük kazanımla bile büyük çöküşleri engeller. Kalıcı barışın yolu, işte bu geçici duraklardan geçer. Hiçbir savaş bir anda bitmez. Tüm taraflar yorgun düşer, masa yeniden kurulur. Savaş çığırtkanlığı kolaydır; esas olan barışa giden dikenli yolda yürümektir.
İran ve Suikast Senaryoları
Yazıda İran’ın içeriden suikastlara uğradığı, casus hücrelerin çalıştığı öne sürülüyor. Bu tür iddialar, ciddi kanıtlara dayanmadan yazıldığında yalnızca kamuoyunun sağduyusunu zehirler. Elbette istihbarat savaşları olabilir. Ancak bunları doğrulamadan yazmak, bilgi değil spekülasyon üretir. Hele hele bir köşe yazarının bu kadar geniş kitlelere hitap ederken bu dili kullanması, sorumlulukla bağdaşmaz.
Küresel Güç Dengesi: Gerçekten Değişiyor mu?
Karagül’e göre İran düşerse sırada Pakistan, Rusya, Çin var. Bu domino mantığı oldukça yüzeysel. Uluslararası ilişkiler, soğuk savaş döneminden bu yana bu kadar basit ilerlemiyor. Küresel ittifaklar, enerji koridorları, teknoloji savaşları ve ekonomik yaptırımlar gibi onlarca değişken varken bu tarz sadeleştirilmiş senaryolar, gerçekliğe zarar veriyor.
Türkiye Ne Yapmalı?
Türkiye’nin rolü savaş kışkırtıcılığı değil, arabuluculuk olmalıdır. Bu topraklar barışa muhtaç. Gencecik insanlar, ideolojik savaşlarda heba edilmemeli. Gazze, Tahran, Tel Aviv, Şam… Bu şehirlerde çocuklar ölmesin diye yazmalıyız. Trump’a çağrı yapmak yerine; Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı ve bölgesel aktörleri devreye sokacak öneriler üretmeliyiz.
Sonuç: Çözüm Sert Üslupla Gelmez
İbrahim Karagül’ün yazısı güçlü retorik içeriyor ama çözüm değil. Ortadoğu’da barış, sert başlıklardan değil; sabırlı diplomasiden, insani ilkelerden ve gerçekçi vizyondan geçer. Savaşlar yalnızca liderlerin değil, halkların da sınavıdır. Ve bu sınavda en doğru cevap, en çok bağıran değil; en çok dinleyen ve sabırla anlatandır.
Bugün karşımıza çıkan seçenek açık:
Ya yeni bir Trump çağrısıyla silahların gölgesinde yaşamayı sürdüreceğiz, Ya da hakikatle, diplomasiyle, empatiyle barışı inşa etmeye çalışacağız.
Tercih bizim değil, insanlığın olacak.