1. Medya ve Yargının Sınırı Nerede Başlar, Nerede Biter?
Nedim Şener’in Hürriyet’te yayımlanan “Sahtekarın Yolculuğu” başlıklı köşe yazısı, toplumsal infialin en çok yaşandığı, vicdanların sarsıldığı bir dönemde kaleme alındı. Şener, olayları detaylarıyla aktarırken, adını andığı şahsı kamuoyuna hedef gösteriyor ve manşetten suçlu ilan ediyor. Yazıda sergilenen bu yaklaşım, ülkemizde sıkça tartışılan “medyanın yargıdan önce hüküm vermesi” sorununun güncel bir örneğini oluşturuyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre hiçbir kişi, yargı kararı kesinleşmeden suçlu ilan edilemez. Anayasa’nın 38. maddesi ve AİHS’nin 6. maddesi, masumiyet karinesinin ve adil yargılanma hakkının altını özellikle çizer. Şener’in yazısı, tam da bu hassas noktanın sınırında geziniyor: Topluma bilgi verme hakkı ile bir şahsı peşinen mahkûm etme arasındaki çizgi çok ince ve kritik.
2. “Sahtekar” Tanımının Sorumluluğu ve Medya Etiği
Köşe yazısında geçen “sahtekar” ifadesi yalnızca bir sıfat değil, çok ağır bir suçlamadır. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Etik Kuralları’na göre, yargı süreci devam eden kişiler hakkında “suçlu” gibi ifade kullanmak; hem gazetecilik etiğine, hem de toplumsal barışa zarar verir.
Dünya genelinde benzer örneklerde de medya kaynaklı yargısız infazların, telafisi imkânsız kişisel ve toplumsal sonuçlar doğurduğu görülüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “Butkeviciene v. Litvanya” kararında, bir gazetede “sahtekar” ilan edilen kişinin itibarının hukuksuz biçimde zedelendiği hükme bağlanmıştır. Basının bu tip bir güçle hareket etmesi, adaletin gölgesini medya mahkemelerine bırakması demektir.
3. Hukukun Evrensel Prensipleri ve Toplumsal Barış
Şener’in köşe yazısında dile getirilen iddiaların ciddiyetle soruşturulması gerektiği kuşkusuz. Ancak, adaletin özü; hem mağdurların, hem de suçlanan kişinin haklarının korunmasında yatar. Masumiyet karinesi, yalnızca yasal bir metin değil, toplumun adalet anlayışını koruyan temel ilkedir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2018/2781 E., 2019/3945 K. sayılı kararında “Yargı kararı kesinleşmeden, basında yapılan ithamlar hüküm yerine geçemez. Medya, bilgi vermeli; ancak peşin hüküm oluşturamaz” denmiştir. Bu yaklaşım, demokratik toplumlarda adaletin temelidir.
4. Kişilik Hakları, Kamusal Sorumluluk ve Linç Kültürü
Köşe yazısında adı geçen şahsın adının, fotoğrafının ve kişisel geçmişinin detaylıca ifşa edilmesi, yalnızca bir kişinin değil, toplumun tamamının zarar görebileceği bir linç ortamı doğurur. Türkiye’de “Cem Garipoğlu davası” ve benzeri birçok olayda medya baskısıyla toplumsal huzurun bozulduğu, suçlu ilan edilen kişilerin beraat ettiğinde dahi kamuoyunda ömür boyu “damgalı” yaşadığı unutulmamalı.
Bir yanda mağduriyetin giderilmesi, öte yanda potansiyel bir mağdur yaratmamak, gazeteciliğin asıl sorumluluğudur. Basın Kanunu ve TCK’nın 125. maddesi de “Kişinin itibarını zedeleyen yayınlar suç teşkil eder” hükmünü barındırıyor. Bu çerçevede, medya mensuplarının topluma karşı sorumluluğu yalnızca haber vermek değil, adil davranmak ve nefret kültürüne karşı durmaktır.
5. Adalet Sistemi ve Medyanın Görevi
Toplumun adalet duygusu incindiğinde gazeteciler doğal olarak mağdurların sesi olmak ister. Fakat asıl sorumluluk; adaletin yalnızca mağdura değil, suçlanan kişiye de eşit mesafede yaklaşmasını savunmaktır. Adalet Bakanlığı ve Türkiye Barolar Birliği tarafından yayımlanan etik ilkelerde, “Gazeteci, yargı sürecine müdahale edecek biçimde yayın yapamaz” uyarısı açıkça yer almaktadır.
Bu konuda dünya örnekleri de dikkat çekici: İngiltere’de “News of the World” skandalı sonrası, medya denetim organlarının raporlarında yargısız infazın toplumsal barışa verdiği zarar özellikle vurgulanmıştır. Bu nedenle medya, toplumu yönlendiren değil, bilgilendiren bir araç olmalı; önyargıların değil, gerçeklerin yanında durmalıdır.
6. Toplumsal Hafıza ve Onarılamaz Mağduriyetler
Şener’in yazısı, belki kısa vadede toplumsal vicdanı rahatlatıyor gibi görünebilir. Fakat bu tür linçler uzun vadede başka mağduriyetler yaratır. Hakkında “sahtekar” denilerek hedef gösterilen biri, beraat etse dahi, toplumda “suçlu” etiketiyle yaşar. Bunu düzeltmek ise neredeyse imkansızdır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin en önemli gerekçelerinden biri de budur: Adalet, hızlı değil, doğru işlemelidir.
Dünya Adalet Projesi (WJP) 2021 raporunda, “Medyada yapılan yargısız infazlar, mahkemelere güveni ve toplumsal huzuru kalıcı biçimde zedeler” tespitine yer verilmiştir. Türkiye’de son yıllarda çokça rastlanan sosyal medya linçleri de bu konuda çarpıcı örneklerdir.
7. Çözüm: Gazetecilikte Şeffaflık, Tarafsız Dil ve Sorumluluk
Gazeteciliğin gerçek gücü, suçlu ilan etmekte değil; doğru bilgi, kapsamlı analiz ve toplumsal fayda üretmektedir. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun 2023 Etik Rehberi’nde, “Şüpheli için ‘suçlu’ nitelemesi yapılamaz. Haberin dili özenli olmalı, toplumda nefret veya önyargı oluşturacak ifadelere izin verilmemelidir” uyarısı yer alır. Gerçek gazetecilik, hukukun çizdiği çerçevede, hakikati arayan sorumlu bir haberciliktir.
8. Sonuç: Adalet Medyada Değil, Mahkeme Salonunda Sağlanır
Nedim Şener’in “Sahtekarın Yolculuğu” yazısı, ülkemizde mağdurların sesine ses katarken, bir yandan da toplumda yeni mağduriyetlere zemin hazırlayabilecek bir risk barındırıyor. Adalet; toplumsal öfkenin değil, hukuki sürecin, kanıtın ve tarafsız yargının eseridir. Hiçbir gazeteci, hiçbir köşe yazarı; bir insanı mahkeme salonu dışında mahkum etme hakkına sahip değildir.
Elbette suçlular cezasını çekmeli, mağdurlar adalet bulmalı. Ama adaletin yolu, ancak önyargıların değil, delillerin ve hukukun üstünlüğünün izinden geçerse anlam kazanır. Toplumun huzuru ve adaletin güvenilirliği için, medya ve yargının sınırları her zaman özenle korunmalıdır.